14 Mayıs 1950 - Çoğunluk mu Demokrasi mi?

Türkiye'de çok partili hayata geçiş sürecinin incelenmesi bilimsel metotlarla yürütülmesi gereken bir husustur. Ancak bu konudaki yayınların bir çoğu romantik, taraflı, tarih hakikatini eleştiri süzgecinden geçirmeyen şekilde olması düşündürücüdür. Öyle bir noktaya varılmaktadır ki bu dönemi ele alan yayınlarda, dönemin polemiklerinin tarafları tarafından kalemlerin oynatıldığı, polemiklerin aradan elli altmış yıl geçmiş olmasına rağmen sürdürüldüğü görülmektedir. Bunları siyasi mekanizmanın içinde yer alan kişi ve kurumların yapması bir nebze olsa anlaşılabilir bir gayedir ama tarihçilik noktasında bunun faydasının olmayacağı bilinmelidir.

            Türkiye'de yirmi yedi yıllık CHP iktidarının sandıkla sona erip yerini DP'ye devrettiği 14 Mayıs 1950 seçimleri için 15 Mayıs tarihli Ulus gazetesi, 'CHP İktidarı Devrediyor' manşetiyle çıkmıştı. CHP'nin resmi gazetesi olma özelliği taşıyan Ulus'un başlığı aslında yeni döneme dair ilk sözü söyleme belirsizliğini yansıtan bir örnektir. İlerleyen dönemde 14 Mayıs'a Beyaz İhtilal de denildi, demokrasi bayramı olarak ta kutlanıldı. Feroz Ahmad, Şerafettin Turan gibi isimler, sükunetle iktidar değişikliğinin yaşanmasını Türkiye için önemli bir aşama olarak kaydederken, bunu 'karşı devrim'e kadar götürenler de çıktı.

            Şimdi 14 Mayıs ile ilgili söylenen ifadelerin tekrarından kaçınalım. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP'nin zaferi bir tabirle 'bağıra bağıra' geliyordu. Yirmi üç yılı tek parti olarak geçen yirmi yedi yıllık CHP iktidarı elbette yıpranmıştı. Doğal olarak ikinci bir partinin şansı daha yüksekti. Hiç bir ciddi seçim hazırlığı yapılmasa bile, yeniyi denemek isteyenlerin oyuna talip olunduğundan DP, rakibine göre avantajlıydı. Üstelik, 7 Ocak 1946'ta DP kurulduğu vakit, halkın bir çok kesiminden teveccüh görmüş, bunun üzerine 1947'de yapılması planlanan seçimler bir yıl öne alınarak 21 Temmuz 1946'ta yapılmış, seçim tek dereceli olurken açık oy gizli sayım ilkesi değiştirilememişti. Bu seçim kanunu CHP'nin taşradaki parti-devlet bütünleşmesinin devam ettiği bir noktada olunca, hile kaçınılmaz olmuştu. 1946 seçimlerindeki usulsüzlüklerin de dört yıl boyunca titizlikle işlendiğini DP'nin artı hanesine yazalım. Sert tabiatlı Başbakan Recep Peker ile DP'nin o dönem iki numaralı ismi olan Adnan Menderes arasındaki yıkıcı tartışmalar sonunda İsmet İnönü, cumhurbaşkanı olarak tarafsızlığını muhafaza edeceğini 12 Temmuz 1947'te yayınladığı bir bildiri ile duyurmuştu. Bu bildiriden sonra DP'den kopan vekiller tarafından Millet Partisi kurulmuştur. DP'nin hanesine yazılabilir bu artıların yanında CHP'de de seçim için puan toplama çalışmalarına girişilmişti. İlahiyat Profesörü olan Şemsettin Günaltay, İlahiyat Fakültesini açtırmış, türbelere ziyareti serbest bırakmıştı.

            Seçimlere sayılı bir zaman kala ise partiler seçim kanununda gerekli değişiklikleri yapmak için bir araya geldiler. Öncelikle 1946'nın kusurlu ilkesi değiştirildi. Gizli oy açık sayım ilkesi getirilerek önemli bir sorun ortadan kalkmış oldu. İkinci aşamada ise CHP'den müzakereci Nihat Erim, partisi için daha sonra önemli bir yıkım olan önerisini ortaya attı. Aslında Erim  bu önerisi ile partisinin daha güçleneceğini tahmin ediyordu. Erim'in önerisi şuydu: Seçimlerde vekillikler nispi temsile göre değil ekseriyetçi sisteme göre belirlensin. Yani çoğunluğu kim kazanırsa söz konusu seçim bölgesini de kazanan o parti olsun ve bütün vekillikleri çıkarsın. Elbette bu sistemin amacı belliydi. Erim'e göre CHP seçimleri az bir farkla kazanacaktı ve meclise güçlü bir DP grubunun gelmesini istemiyordu.Nitekim 1946 seçimleri sonrası gelen 60 vekillik DP grubunun etkili muhalefetini gördükten sonra bu kararı almış olabilir. Teklif DP adına müzakere eden Adnan Menderes'e geldiğinde hemen cevap vermek istemedi. Bayar, Köprülü ve Koraltan ile istişarede bulunmak istedi. Bayar teklifin kabul edilmesinden yana tavır gösterdi. Köprülü'ye göre de tam tersi bir sonuç çıkacak, yani DP kıl payı farkla galip gelecekti. Bu yüzden ne kadar çok vekil çıkarılırsa o denli iyi olacağından Köprülü de kabulden yana taraf oldu. Menderes istişareden sonra Nihat Erim'e ekseriyetçi (çoğunlukçu) sistemi kabul ettiklerini bildirdi.

            14 Mayıs 1950 günü Türkiye, sandığa adeta seçime susamış olarak gitti. Seçime katılım oranı %89.9 gibi bir orandı. Bu cidden katılımın ne kadar yüksek olduğunu gösteriyordu. DP seçimlere yeter söz milletin sloganı ile girerken, CHP ise demokrasiyi tesis eden parti olarak seçmenden oy istiyordu. Uzunca süre diktatör olarak nitelenen İsmet İnönü ise, İkinci Dünya Savaşı'nda takındığı Milli Şef imajından sıyrılmak için kullandı. Oy verme işlemi bitip sandıklar kapatıldıktan sonra nefesler tutuldu. Sonuçları Menderes seçim bölgesinde, Bayar ise Ankara'da takip ediyordu. İnönü, cumhurbaşkanı olarak Çankaya'dan seçim sonuçlarını öğreniyordu. İlk gelen sonuçlarda CHP önde gidiyordu. Ama saatler ilerledikçe şehir merkezlerinden oy rakamları ile fark CHP aleyhine açılmaya başladı. DP öne geçmekle kalmadı. Sonuç öylesine ağırdı ki, İnönü dışında son hükümetten bir tek Başbakan Şemsettin Günaltay tekrar vekil olarak meclise dönebiliyordu. Nihat Erim sonuçları Çankaya'da İnönü'nün yanı başında takip ederken seçim bölgesi olan Kocaeli'nden mağlup olduğu haberini aldı. Mağlubiyet haberi üzerine III. Selim'e ait olan dizeleri mırıldandı; Kendi elimle yâre kesip verdiğim kalem, Fetvâ-yı hûn-ı nâ-hakkımı yazdı iptida...(Kendi elimle yontup 'Buyur, yazı yaz!' diyerek yâre sunduğum kalem, ilk önce, haksız yere benim idam fermanımı yazdı!)

            Sonuçlara yuvarlak hesapla bakıldığında DP 4.242.000 ile %53.5 oranında bir oy almıştı. Yarıdan biraz fazla. CHP ise bir milyon oydan biraz daha fazla oy farkla arkada kalmıştı. CHP 3.165.000 oy ile %39.9'a sahipti. Millet Partisi 240.000 oy ile %3 aldı. Bağımsızlar ise ülke genelinde 267.000 oy ile %3.4 oranında kaldılar. Vekil dağılımı ise ekseriyetçi sisteme göre yapılınca fark büyüdü. DP yüzde elli üç almasına karşın 408 vekil çıkardı. CHP yüzde on üç puan geride kalmış olmasıyla beraber 69 vekil çıkarabildi. DP meclisin %83.7'lik gibi bir oranını ele aldı. CHP ise ülke genelinde yaklaşık yüzde kırk olmasına rağmen parlamentoda %14.1'lik bir temsil sayısına ulaştı. Nihat Erim'in DP'yi kıstırma planı bilakis CHP'nin yara aldığı bir sonucu doğurmuştu. Böylesine yüksek bir temsil sıkıntısı 1954 seçimlerinde de kendini gösterecek, DP, %57 oy oranı ile parlamentonun %94'ünü temsil edecek sandalyeye ulaşacaktı. Aslında bu tarihten sonra da çoğunluğun diktatöryası olarak eleştirilecekti. Ülke adeta sandıkla tek parti dönemine dönecekti.

            Çoğunluğun diktatöryasına dönüşmesi bir yana, hakikaten diyalog, uzlaşı ve özveri kod harflerini muhakkak içinde barındırması gereken, tolerans ile hayat bulan demokrasinin tecelli ettiğini söylemek yanlış olmamakla beraber katı bir doğru da olmasa gerektir kanaatimdeyiz. Umarız bu gün bir çok  dernek, kulüp yönetimi seçimlerinde,  yerel seçimlerde, genel seçimlerde, demokratik hassasiyet özenle uygulanır.

 

Gencay Dergisi 2014 Mayıs sayısında yayınlanmıştır.